Esat KORKMAZ
(YASAKLI KÜLTÜRLERDE/KIZILBAŞLIKTA)
TEOLOJİNİN SIRRI ANTROPOLOJİDİR [2]
Tanrı’nın İki Özelliği
Kutsal metinler söz konusu olduğunda
temel kölelik, günaha köleliktir...
“Kendini bil”buyruğunun izinde, bâtınî felsefenin belirleyici ayağı “vahdet-i mevcutçu tasavvuf” algısında, Tanrı’daki iki özellikten “nitelik toplamı”, açık ve gizil nesnellik durumunda “doğa”ya ya da doğanın parçası anlamında “bedene”, “düşünce toplamı” ise doğanın “aklına” ya da doğanın parçası anlamında bedenin “aklına” indirgenir.
Teolojide bilincin, “dünyayı değiştirme” diye bir “derdi” yoktur, bu nedenle bedenin-doğanın “önüne” geçer. Geçer geçmez, inanç değerleri, doğanın aklının ve insanın aklının “sonuçları” olmaktan çıkar, “yaratıcılığın nedenleri” durumuna gelir. Teolojik tasarımın mantığı gereği, Tanrı’ya, bedenin-doğanın önüne geçen bu “bilincin dili”yle seslenilir ve ona “Tanrı” adı yakıştırılır. Tanrı adını yakıştırdığımız önsüz-sonsuz kimliğin dünya görüşüyle bedene-doğaya bakıldığında, “açık ve gizil nesnellik” durumundaki gerçeklik “bozulur” ve “dönüşüme uğrar”; giderek teolojinin “parçası” halini alır. (14)
Vahdet-i mevcutçu tasavvuf, metafizik zeminde gerçekleştirilen bu “yapı-bozumunu”, tersine dönüşümle “ayakları üzerine” diker. Öncelikle tanrısal özelliğin önde görünen yanını oluşturan ve “düşünce özelliğinin toplamı” olarak algılanan bilinci, “bilme kültünün” değil “değiştirme kültünün” bir parçası durumuna sokar. Sonra bu değiştirme kültürü“ritüellerle içselleştirilip” yaşama akar. Yaşamın “akılsız” olmadığı yargısının izinde, yaşamın aklıyla “buluşulur”.
Üç Firar
Kendini bu noktaya taşıyan her Kızılbaş, “üç firarın” gereğini yerine getirmekle yükümlüdür: İnançtan firar, zâhirden firar ve bâtından firar.
Teolojinin sırrına erenler, teolojik bilgiyle “deneyim toplamı” durumundaki “bilimsel bilgi” arasındaki çelişkiyi ortadan kaldırmaya yönelir. Yönelim koşullarında, inancını “terbiye etmek” amacıyla “ondan firar eder”; zâhirin(görünen nesnel gerçekliğin, yani bedenin-doğanın) “aklına” taşınır. “Zâhirin aklının” sonuçlarıyla göksel ve yersel egemenle “taraf” olan “örgütlü” metafizik inanç(din) “parçalanır”. Parçalanma sürecinde yaşanan sıkıntının-acının “ödülü” anlamında kişide bir bilinç-inanç oluşur: İşte yasaklı kültür insanı, “vahdet-i mevcutçu tasavvuf bilgisi” dediğimiz bu bilinci-inancı, göksel ve yersel egemenle “taraf olmayacak”, tam tersine “ezilenleri kurtuluşa” taşıyacak biçimde bir yapılanma içine sokar. Yaşanan değişim-dönüşümle nesnel gerçekliğin, ipuçlarını toplayarak “teolojinin hiçliğine taşındığının” ayırdına varılır: Varılır varılmaz da teolojinin, “kendisine sır kalan içrek bir antropolojiden” başka bir şey olmadığı dosta-düşmana anlatılmaya çalışılır. Ve ilk firarın sonunda “birinci evrensel ilke” haykırılır: “Dünya dünyanın bilgisiyle beden bedenin bilgisiyle açıklanır”. Dünyayı ve bedeni açıklamak için, kendisine ilişkin bilgi “dışında” bir bilgiye ihtiyaç yoktur.
Gerçeğe ulaşmak için bu kez, kendini “ikinci bir firara” hazırlar teolojinin sırrına erenler: Zâhirin, yani bedenin-doğanın bilgisinden “firar eder”. Çünkü der; bedenin bilgisi bedene ilişkin, doğanın bilgisi doğaya ilişkin bilginin toplamıdır. Bedenden önce bedene ilişkin bilgi, doğadan önce doğaya ilişkin bilgi olamayacağına göre doğa ve beden, kendisine ilişkin bilgiden “daha yetkindir”. Öyleyse bedenin ve doğanın bilgisinden “firar etmek”, bedeni-doğayı yaratan “gizil nesnelliğin aklı”yla, yani “bâtınî akılla” buluşmak zorunludur. Böylece bedeni-doğayı “konumlandıran”, yani “nesnelliği-yaşamı kuran” bilgiyle buluşulmuş olur. (15)Ve ikinci firarın sonunda “ikinci evrensel ilke” haykırılır: Dünya ve beden “içten” yönetilir; dünyayı ve bedeni yönetmek için kendi “iç bilgisi” dışında bir bilgiye ihtiyaç yoktur.(16)Aslında Tanrı dediğimiz şey, içimize, “iç muamelesi” değil de “başka bir şeyin içi muamelesi” yapmaya başladığımızda, “doğuma” hazırlanmıştı; büyüdü-serpildi ve varlık-ötesinde ikâmet etmeye, ikâmet ettiği konutundan her şeyi-her yeri “idare” etmeye başladı. İkinci evrensel ilke gereği, dışarıdan yönetim iptal edildiği için metafizik tanrı “öldürülür”; doğa ve indan, metafizik tanrının “tasallutundan” kurtarılır.
“Marifet”olarak algıladığımız akıl-bilinç, öncelikle bedeni-doğayı kuran gizil nesnelliğin, yapısındaki “eğilime” uygun olarak “eyleme geçmesiyle” oluşur: Çünkü bâtının bilgisi, yani karanlığın-hiçliğin bilgisi “önce” gelir. “Nesnel nedenler, nesnel sonuçlar” üreteceğinden Tanrı, “ışık” durumunda doğmadan önce “karanlık” biçiminde algılanan bir “varlık doluluğudur”. Gizil nesnellik “eyleme” geçtiğinde, yani karanlığın-hiçliğin bilgisi “oluşmaya” başladığında “eylemsiz” kimlik durumundaki Tanrı, Tanrı olmaktan “çıkar” ve “eylemli Tanrı” anlamında “Hak” durumuna gelir. Tanrı’dan Hakk’a, yani bâtından zâhire yolculuk, “üçüncü firardır”. Firarla zâhirin bilgisi bâtının bilgisiyle “sorgulanır”. Üçüncü firarın sonunda “üçüncü evrensel ilke” haykırılır: “Gerçeği örten gerçektir”. Gerçeği örten gerçek yoksa, “mekânsız(lâ-mekân) nedenler” de yoktur. Tanrı’nın kanıtı, gerçeği örten gerçektir. (17)Bu nedenle, somutlar dünyası aralanmadan ya da bu örtü çekilip atılmadan, “marifete” ulaşma olanağı yoktur.
Tanrı Nedeni Olduğu Dünyanın içindedir
Vahdet-i mevcutçu tasavvuf felsefesinde Tanrı’nın iki özelliğinden “düşünce” özelliği, “düşünce sistemini” kurarken “nitelik” özelliği, fiziksel nesneler sistemini kurar. Bu iki özelliğin tasarımlanmasında kullanılan yöntem tümdengelimci değil, “tümevarımcı”dır. Görünümlerin gözlenmesi üzerine yapılandırılmış bir “genellemeler” sistemi oluşturur. Genelleme kapsamında bu iki özellik somutlandığında; düşünce özelliği ifadesini “bedenin düşüncesinde”, nitelik özelliği ifadesini “bedenin kendisinde” bulur.
Bu bağlamda evren ya da dünya, Tanrı’nın “nitelik özelliklerinin”, yani “tecellilerinin” toplamıdır, açıkçası “doğa”dır. Demek ki Tanrı, her şeyin “yaratıcısı” değildir, ama her şeyin “nedeni”dir. Yani Tanrı, “kendi nedeni olduğu dünyanın içindedir”; onun ötesinde değil.
Akıl, “bedenin” düşüncesidir; doğanın aklı, “doğanın” düşüncesidir. Bedenin düşüncesi, “bedensel bir sürece”, doğanın düşüncesi, “doğasal bir sürece” denk düşer. Anlaşılacağı üzere akıl ve beden; akıl ve doğa “tek şey”dir. İnsanın aklının ya da doğanın aklının bağlı olduğu sistem, aynı biçimde bedenin ya da doğanın bağlı olduğu sistemdir. İnsanın aklı “insanın bedeninden”, doğanın aklı “doğadan” başka bir şey değildir. Bedenin ya da doğanın çabası, aynı zamanda insan aklının ya da doğanın aklının çabasından başka bir şey değildir. Beden ve doğa, “harcandığı sürece” her ikisi de “vardır”; harcanma “yoksa” her ikisi de “yoktur”: Varlık da “yoktur”, Tanrı da “yoktur”. Bu felsefi yaklaşımı Hayyam aşağıdaki dörtlüğünde çok güzel anlatır:
Ben olmayınca bu güller, bu serviler yok,/Kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok,/Sabahlar, akşamlar, sevinçler, tasalar yok,/Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok.(18)
Kızılbaşlık, “doğanın aklı” ve “insanın aklı” terimlerinin açılımı üzerine oturur: Doğanın aklı, doğasal nesnel süreçte doğanın “önsüz” olandan “sonsuz” olana doğru gidişini güden “yasa-ilke” olarak öne çıkan “kesin-zorunlu eğilim”, yani “doğa yasaları” olarak tanımlanabilir. Bu soyut terim, gizil Tanrı olarak Hakk’a ya da gizil tanrının gizilliğinin taşıyıcısı olan ve Hakk’ın dönüşümüyle beliren “İlk Akıl”a denk düşer. Soyut(bâtın) olan beslendiği nesnel kaynağa(zâhir), yani somuta yönelme eğilimindedir. Yönelmenin izinde somut “yeniden” üretilirken, tasavvufi anlamda tanrısal olandan, yani doğanın aklından “doğanın kendisine” inilen bir sürece girilir. “Ek-doğa”nın aklı olarak algılanan insanın aklı ise doğanın aklını “özümseyebilen” ve doğayı “aşabilen” bir algılama/anlama yetisi olarak bilince/inanca taşınır. Doğayı aşabildiği için insan, “Konuşan Tanrı” donunda öncelik alır.
Vahdet-i mevcutçu tasavvuf felsefesi açısından “doğasal değişime-dönüşüme” biraz daha yakından bakalım: Evrende bir “madde yitimi” vardır; madde yitimi, “görünen maddenin görünmeyen maddeye dönüşümünden” başka bir şey değildir. Örneklersek; zâhirde her varlık, “ışık saçarak” kendini tüketir; saçacak ışığı kalmadığında “karanlık”, yani “görünmez” olur. Demek ki evrende madde, ille de “görünür niteliklerle” varlaşmaz; “görünmez madde/karanlık biçiminde algılanan varlık” olarak sonsuz uzayın her yanına yayılmış durumdadır.
Bâtın, yani görünmez madde ise “karanlık saçarak” kendini tüketir; saçacak karanlığı kalmadığında “görünür duruma” gelir; “zâhir” olur. Sonsuz uzayda enerşi(ışık) saçımı yoluyla tüketilen madde miktarını karşılamak üzere karanlık biçimindeki varlık doluluğundan enerji(karanlık) saçımı yoluyla sonsuz boşluğa “yeni madde yığınları” sürülür. Işımasız (görünmeyen) madde(bâtın), ışımalı(görünür) maddeye(zâhir) dönüşür.(19)
Teolojinin sırrının antropoloji olduğunun ayrımına varan her Kızılbaş, “bâtın zâhir, zâhir bâtın olurken hangi ilkelere-eğilimlere-yasalara uyuyor acaba?”, sorusunun yanıtını vermek zorundadır. “Evrendeki tüm olay, olgu ve süreçler arasındaki çeşitli ilişkilerin oluşturduğu maddesel bağımlılığa, bilim dilinde ‘evrensel bağımlılık’ adı verilir. Bu bağımlılık evrenin, birbirinden koparılamaz parçalardan oluşan bir ‘evrensel bütünlük’ olduğunu kanıtlar. Evrenin sürekliliği ve düzenliliği, bu birliğin ve bütünlüğün ürünüdür. (20)
Genelde yasaklı kültürlerde, özelde toprağımın yasaklı kültürü Kızılbaşlıkta, “evrensel bağımlılık” yasası, “bâtın-zâhir bağımlılığı”, yani görünür nesnellikle gizil nesnellikte yaşanan olay, olgu ve süreçler arasında “maddesel bir bağımlılık” vardır, biçiminde açıklanır. Bu bağımlılık nedeniyle görünen ve görünmeyen evren bir “bütünlük” oluşturur. Bu bütünlük, “insan bilincinden bağımsız, nesnel bir bağımlılıktır.”
Üç Terk
Teolojinin “sırrına” erip inancından aklına, aklından bâtına, bâtından zâhire “yolculuk” yapan insan, bu kez, üç terk(bu-dünyayı terk/öbür-dünyayı terk-terkettiğin yeri terk)’le Hak’tan halka göç eder. (21)
Bu-dünyayı terk(terk-i dünya) bu-dünyayı, öbür-dünyayı terk(terk-i ukbâ) öbür-dünyayı hiçleştirmektir; terk ettiğin yeri de terk etmek(terk-i terk) hiçliği hiçleştirmek değil, “hiçlikten doğmaktır”.
Tanrısal öz olarak algılanan “ruh”; tek tek bireylerde bedenleşmekle kaynağından uzaklaşmış, kendi kendisiyle çelişkili bir durum içine girmiştir. Özelde insanın, genelde doğanın “dirilik” kazandırıcı bir parçasıdır artık. İşte kişi “terk-i dünya” aşamasını yaşama geçirmekle yine doğduğu kaynağa yönelmeye başlar. Yönelmeye koşut olarak doğal olandan(görünür olandan) “sıyrılır”, doğaya benzemeyen(görünür olmayan) bir aşamaya çıkarak kendi kendisiyle çelişkisine “son” verir. Kaba anlatımla “ruh”; madde âlemindeki kalıbından çıkar, maddesiz(gizil nesnellik durumundaki) âleme, kaynağına döner; yaşarken “kalıp değiştirir”; “ölmeden evvel ölür”. Sürecin somut gelişimi ise şöyledir: Ruh, önce tek insanda, bireyde “uyanmaya” başlar; sonra, bireyin içinde bulunduğu varlık alanı olan toplumda kendi kendinin “bilincine” varır. Böylece birey ve toplum ruhu, doğadan “kurtulmuş” olur. Kişi bedeniyle nesnel çokluk içinde, kesrette gezinirken, kendisine “dirilik” kazandıran özü, yani ruhu “özgürleşir”. Bedeniyle uzay ve zaman içinde, bir “zorunluluklar ortamında” bulunurken, özgürleşen ruhu, yani özgürleşen bilinci, uzay ve zaman sınırlarının “dışında”, tanrısal özle özdeş bir “ben” olarak “ölümsüzlük” kazanır. Demek ki “üç terk”in birinci aşaması bir “özgürleşme” sürecidir.
Bâtıni inançta bu dünya “geçicidir”; bu dünyada gerçekleştirilemeyen özlemlerin, dileklerin gerçekleştirilmesi ya da haksızlıkların ortadan kaldırılması için “hayal” yoluyla kurgulanan, düşlenen öbür-dünya da “geçicidir”. Çünkü “aslı” geçiciyse “izlenimleri” de geçici olmak zorundadır; aslı “yok” olursa izlenimleri de “yok” olacaktır. Kaldı ki özlemlerin, dileklerin yerine getirilmesi, haksızlıkların ortadan kaldırılması için “öbür-dünya” olarak algılanan bir “düş” evrenine de gerek yoktur. Cennet yaratılacaksa bu dünyada yaratılmalıdır. Kaldı ki bâtınilikte ölmek yoktur: Ölmek yoksa, öldükten sonra gidilecek bir yeri-yerleri tasarımlamak “doğru” olmaz. Ruh, bir bedenden diğer bir bedene taşınmaktadır. Aslında taşınan ruh, bilinç ya da can olarak algılanan bir “enerji” akışından başka bir şey değildir. Hakk’a yürüme bu enerjinin bir gövdeden başka bir gövdeye geçişidir; bir gövdenin başka bir gövdedeki enerjiyi alışıdır. İnsan bu durumdan yararlanmalıdır: Bir madde olan gövdenin erki, enerjisi “boşalmadan”, onu yeni bir erkle, enerjiyle daha açık bir anlatımla “bilinçle” doldurarak “diriliği” sürdürme olanağını yakalamalıdır. Demek ki terk tasarımının “öbür-dünyayı terk” aşaması, egemenlerin “sırrını açıklamak, bu sırrı iptal etmek ve hesabı bu-dünyada göreceğiz”, demektir: Çünkü öbür-dünyayı, bu-dünya çelişkilerini ertelemek, sömürü düzenlerini sürdürmek için egemenlerce “icat” edildi.
“Terk-i terk”aşaması, “Hak’tan halka dönülmesi” biçiminde bilince-inanca yerleşir. Terk-i terk aşamasında insan artık kendini, Hallac-ı Mansur’un, görünüşe çıkmış olan nesnelliğin geçiciliğinden sıyrılarak, Tanrı’nın gerçekliğinde süreklilik kazandığını vurgulamak için sesli düşünerek dışa vurduğu “Enel Hak” noktasına taşımış, “Hak ile Hak” olmuştur. Terk-i terk aşamasına gelmiş yol eri, sırra ermiş “mana adamıdır”. Bireysel kurtuluşunu tamamlamıştır, yani terk aşamalarından geçerek “ham ervahlıktan” kurtulmuş, olgun, yetkin insan durumuna gelmiştir. Aşamasının gereği olarak kendi kurtuluşunu sağladığı bu noktadan yolculuğa çıkacaktır: Hak’tan halka dönecek, halk içinde Hakk’la bir olacaktır. Kendini araç olarak öne sürerek toplumu “kurtuluşa” taşıyacak bir öncüdür artık. (22)
Yazarlar
-
Akın ÖZÇERÖzgür Özel CHP’de neyi değiştirdi? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Sahur Pilavı… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUBu çağda harita böyle değişiyor 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYZindanın kapıları açıldı ve muhalif lider serbest bırakıldı 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazKılıçdaroğlu, Erdoğan’a hizmet etmeye hazır 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA“Masada Milyonlar Var” 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluSiyasi belirsizlik rüzgarıyla, ‘erken’ seçime doğru… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTrump niçin İran’ı vurdu? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
5.02.2016
28.11.2016
23.11.2016
16.11.2016
12.11.2016
4.01.2016
1.01.2016
12.08.2016
4.02.2016
29.07.2016